03 Ekim 2017

VERİLMİŞ SADAKANIZ VAR MI?

ÖLÜMDEN DÖNÜLÜR MÜ?



EVET DÖNÜLÜR. PEKİ BU DÖNÜLEN YOLDAN SAPMADAN İLELEBET GİDİLİR Mİ? HAYIR, TEKRAR ÖLÜME DOĞRU DÖNECEĞİMİZ KESİN. ZAMANI İSE ELBETTE Kİ TAKDİR-İ İLAHİDİR.

Güpegündüz lüks iş yerleri ve alış veriş merkezlerinin bulunduğu işlek bir cadde de meydana gelen olay, mili saniye fark ile muhtemelen ölümden dönüş olarak kayıtlara girmiş oldu. Tam da şahsımın hicvettiği gibi ”verilmiş sadakan varmış”diye tabir edilmesinde hiç bir mahsur olmayan bir durum. Talihsizlik ile talih arasındaki çok ama çok ince olan çizgi, bu olayda görünür hale gelmiş de diyebiliriz.

”Bu Türkiye’den başka bir yerde olmaz!” denilen yüzlerce olay, davranış biçimi ile ilgili haber ve sosyal medya geyiklerinin varlığını artık kanıksamış durumdayız. Tabii beni bilen bilir, kanıksama ile hiç aram olmadığı için (sevmem kendisini, babasını da sevmezdim) kankam olan ama sıradan olmayan bir olayı kaleme alayım dedim. Demişken de klavyenin record tuşuna basmış bulundum.

16 Kasım 2013 tarihli liveleak.com internet sitesinin haberine göre, şehir işçileri kaldırımda bulunan bir ağacı keserken az kalsın (iyi ki kalmamış) bir kadının muhtemelen ölümüne sebep oluyorlarmış. Buraya kadar kanıksanmayan bir durum var mı? Yok. Maalesef ki bizim için olağan bir durum.

Olağan olan;

1- Ağaç kesilmesi.

2- Kaldırımda ağaç kesilmesi.

3- Kesim esnasında uyarı tabelasının olmaması.

4- Kesim alanının güvenlik çemberine (en azından şerit) alınmaması.

5- Gidiş ve geliş yönünde birer çalışanın (uyarı amaçlı) bulunmaması.

6- Olay sonrasında yoldan geçen vatandaşların duyarsızlığı.

7- Önlemleri almayanların, vatandaşı kör müsün? diye suçlaması.

Bu suçlamada ilginç. Çünkü işaret dili ile suçluyorlar. Yani hem kör, hem de sağır muamelesi yapıyorlar. Nasıl mı? İşte böyle;

Olağan olmayan;

1- Olayın güzel ülkemizin sınırları içerisinde değil de, Volga nehri kıyısındaki 807400 insanın yaşadığı (2016 verilerine göre) Rusya’nın Saratov şehrinde meydana gelmiş olması.

2- İronik olarak olağan olan, üçüncü maddeden yedinci maddeye kadar sıralamış olduğum davranış biçimleri. Neden birinci ve ikinci madde yok diye vurmadan önce bir sonraki cümleyi okuyun lütfen! İnsanlar için tehlike oluşturabilecek, çürümüş devrilme riski olan ağaçların (örnek için sayfayı aşağı kaydırın lütfen!) kesilmesi ya da budanması gerekebilir. Ya da şu an benim aklıma gelmeyen başka bir tehlikeli durumunun önüne geçmek için. ”Kökünden sökülsün, kesilmesin” de diyebilirsiniz. Ben de diyorum ancak söküm prosesi ve nakliyesi esnasında çürüyen kısımdan kopma meydana gelme olasılığı çok yüksek. Tabii bu duruma teknik uzmanların karar vermesi gerekiyor.

ÇÜRÜYEN AĞACA 1 ÖRNEK

19 Şubat 2017

RONIN : Jean Reno - Robert De Niro Klasiği


”ÇANTANIN İÇİNDE NE VAR?”

Bir kısım sinema eleştirmeni tarafından aksiyon filmlerin babası olarak tanımlanan 1998 yapımı Ronin filmi, ilk olarak 12 Eylül 1998 tarihinde Venedik Film Festivalinde gösterime girdi. Efsane yönetmenlerden John Frankenheimer‘ın yönettiği, Robert De Niro (Sam) Jean Reno (Vincent) Natascha McElhone (Deirdre) Stellan Skarsgård (Gregor) Sean Bean‘in (Spence) usta oyunculukları ile aksiyon filmleri kategorisinde klasikler arasına giren Ronin, her sinema sever için tekrar izlenebilecek filmler arasına girmeyi başarmıştır. John Frankenheimer‘ın otuz iki yaşında iken çektiği Alkatraz Kuşcusu (Birdman of Alcatraz) gelmiş geçmiş en iyi filmler arasında gösterilmektedir.




Filmimize gelecek olursak, ilk söylememiz gereken 1998 sonrasındaki filmlerde gördüğümüz araba aksiyon sahnelerinin fikir babası olduğudur. Frankenheimer‘ın müthiş gerçeklik kattığı, farklı açıları kullanarak gerçekleştirdiği hareketli çekim teknikleri bir çok yönetmene ilham kaynağı olmuştur. Filmimiz hakkında belirtilmesi gereken bir diğer önemli konu ya da gizem, iki saat iki dakikalık filmimiz boyunca paylaşılamayan uğrunda onlarca kişinin hayatını kaybettiği krom kaplama çantanın içinde ne olduğu sorusunun cevapsız bırakılmasıdır.


Robert De Niro kim olduklarını bilmediği bir organizasyon tarafından ve yine içinde ne olduğunu bilmediği bir çantayı alması için parayla tutulmuş Sam isimli bir karakteri canlandırıyor. Filmin ilk elli iki dakikası; özel eğitimli eski paralı askerlerden oluşturulmuş bir ekip tarafından korunan, gizemli krom kaplama çantanın el değiştirmesi için, Robert De Niro’nun da aralarında bulunduğu ekibin oluşması, tanışması, silah satın alması, saldırı anını planlaması ve en sonunda da çantayı ele geçirmesiyle sonlanıyor. Evet ele geçiyor ama hangi ele? Ekip arkadaşlarından (en azından o ana kadar öyle sandıkları) Gregor çantayı alıyor başka bir çantanın içine koyup vuruldum diyerek, metalik renge yeni boyanmış çantayı ihanet ettiği arkadaşlarına veriyor. Sam (Robert Deniro) boyayı fark edince son anda kendisinin ve arkadaşlarının hayatını kurtarıyor.


Hem arkadaşları tarafından ihanete uğruyorlar hem de ölümden dönüyorlar. Arkadaş ve ihanet kısmı nedense bana çok tanıdık geldi. Filmin ilk saniyelerinden itibaren başlayan gerçeklik algısı peşinizi hiç bırakmıyor. 2000’li yılların öncesindeki bir çok filmde daha az bilgisayar desteği olduğundan mütevellit daha çok gerçekçilik söz konusuydu. Bu durumda gerçek sinema severler için vazgeçilmez bir gerçek.


Robert De Niro‘nun, filmin çekildiği tarihte elli beş yaşında olduğunu maşallah demeden geçemeyiz. Filmi izleyenler bilir, insanın inanası gelmiyor. Ronin kelime manası olarak efendisiz kalmış samuraylara verilen bir lakaptır. Ancak filmin isminin, filmin konusu ile filmin içeriğinin herhangi bir yerinde herhangi bir bağlantısını biz göremedik, görenine rastlayamadık.

Jean Reno ve Robert De Niro ikilisini bir arada kolay kolay bulamayacağınızı hatırlatır, tekrar izlemenizi tavsiye ederiz. Görüşmek üzere, esenlikler dilerim efendim.

12 Şubat 2017

MEL GİBSON : BLOOD FATHER (2016)



” Bir adamın eline bir silah, bu kadar mı çok yakışır? ”

Mel Gibson‘ın baş rolünde oynadığı, ilk olarak 21 Mayıs 2016 tarihinde Fransa’da (Cannes Film Festivali) gösterime giren ”Blood Father” filmi, 2 Eylül 2016 tarihinde ”Kan Bağı” adı ile ülkemizde gösterime girdi.






Şartlı tahliye edilmiş eski bir suçlu olan John Link’in (Mel Gibson) evden kaçan ve yıllardır kayıp olan kızının başı uyuşturucu satıcıları ile derde girer. Kızımız başı derde giren her çocuğun yaptığı şeyi yaparak ”Baba beni kurtar” diyerek kayıp kız ünvanına son veriyor. Alkol, uyuşturucu ve kriminal hayatını bırakmış, eski püskü bir karavanda dövme yaparak hayatının kalan günlerini geçiren John Link’in (Mel Gibson) huzuru, günün birinde çalan telefon zili ile kaçıyor. İroniye bakın ya da dünyanın dengesine. Evden kaçan kızı dönüyor, bu seferde huzuru kaçıyor. Tabii bu tartışmaya açık bir konu. John Link tekrar suç dünyasına dönmek zorunda kalıyor, polis ve suçluların kıskacında kalıyor ama kızına kavuşuyor. Kızının kaçtığı ev de annesinin evi. Çünkü hayatının uzun bir bölümünü hapishanede geçirmiş, kızına babalık yapamamış, karısından boşanmış olan John Link, kızının evden kaçmasının müsebibi olarak kendisini suçluyor.






Bu vicdani azabından kurtulmak için polise kayıp başvurusunda bulunuyor ve ilanlar ile her yerde kızını arıyor. Ancak ihtiyacımız olan herhangi bir eşyamızı o esnada değil de ihtiyacımız olmadığı anda bulmamız gibi John Link’in umudunu kestiği bir anda onu arayan kızı oluyor. Biz de öyle değil miyiz? Genel olarak başımız sıkışmadan anne babamızı aramak aklımıza gelmiyor. Suç dünyasının içindeki kızımız, çete liderini sehven öldürünce babasına sığınıyor. Baba da baba yani. Canını ve şartlı tahliyesini yakma pahasına kızını kötü adamlardan korumak için elindeki silahtan geleni ardına koymuyor.






Mel Gibson faktörü olmasa vasatın üzerine çıkamayacak bir film. Nedeni konu ve kurgunun tek düze ve sığ işlenmiş olması. Filmin an itibari ile imdb‘den aldığı 6,4 puan’ın 6’sı 61 yaşında olan usta aktör Mel Gibson’a ait. Güle güle kullansın.

Babanın kızını kötü adamlardan koruma filmleri diye bir kategori oluşmuş bulunmaktadır. Pek çok örneği vardır. Şüphesiz içlerinden en başarılısı da, ilk olarak 27 Şubat 2008 tarihinde Fransa’da gösterime giren ”Taken” filmidir.






İkisinin de ilk olarak Fransa’da gösterime girmiş olması, ilginç bir tesadüf. Ülkemizde 9 Mayıs 2008 tarihinde ”96 Saat” ismi ile gösterime giren, Liam Neeson‘ın oyunculuk dersi verdiği filmin adı neden orijinal dilinde çevrilmez anlamak mümkün değil. Sanki kötü bir film ilgi çekici bir isim ile gösterime girerse, gişe yapacakmış zannediliyor. Bu uygulama yüzünden nice güzel filmleri, saçma sapan isimlerle anmak zorunda kalıyoruz.

Allah’tan Mel Gibson’ın uzun yıllar daha güzel filmlere imza atmasını diliyor, güzel kısmının altını çizerek esenlikler diliyoruz.

29 Ocak 2017

TONY JAA EFSANESİ (SPL - 2)

Amerika birleşik devletlerinde ''Kill Zone 2'', ülkemizde ise ''Bölgeyi Öldürün 2'' olarak bilinen, ilk olarak 18 Haziran 2015 yılında Çin'de ''Saat po long 2'' ismi ile gösterime giren aksiyon-dram içerikli Çin filmidir.



Film hakkında ilk olarak söylenmesi gereken klasik bir devam filmi olmadığıdır. Bunun iki büyük etkeni var. Birincisi, ilk film ile arasında on yıl gibi bir süre bulunmasıdır. Diğer neden ise, ilk filmin devam edilebilir şekilde kurgulanmaması ve sonunun devama müsaade etmemesidir. Tam burada ilk filmin çok beğenilmesine (imdb: 7.1) rağmen, en az o kadar da eleştirilme nedeninden bahsetmemiz gerek. Filmin final sahnesinde Yip Wai Shun (yönetmen) sürpriz bir karar vererek, öldü sanılan kötü adamı diriltiyor ve kahramanımız Ma Kwan'ı (Donnie Yen) öldürüyor. Evet bu film; ''Filmlerde neden hep kötü adam ölüyor?'' diyenlerin etki altına aldığı bir yönetmenin filmidir. İyi yapıp yapmadığı tartışmaya sonuna kadar açık bir konu.
Bölgeyi öldürün 2 filminde, ilk filmden sadece bir isim rol almış. Müfettiş Chan rolünde karşımıza çıkan Simon Yam. İlk film ile arasında on yıl gibi uzun bir süre olduğunu bilmeyen sinema severler, Simon Yam'e çok gerçekçi yaşlandırma makyajı yapılmış yanılgısına düşebilirler. İlk eleştirime gelecek olursam, ilk filmde müfettiş Chan'e ölümcül beyin tümörü teşhisi konulmasına rağmen neden ölmediğinin yanıtına filmde yer verilmemesini yazabilirim. İlk dedim ama başka bir sorum pardon eleştirim yok. Çünkü filmi çok beğendim ve böyle bir film yapacağımız günleri görmeyi çok istiyorum. Yani sizin anlayacağınız çok çok uzun süre yaşamak istiyorum. Filmin kurgusu dantel gibi itina ile ara verilmeden ustaca işlenmiş. Dövüş sahneleri mükemmel ötesi. Hatta mükemmeli geçiyorsun hemen sağda.
Özellikle doksan üçüncü dakikadan sonra kalp atışlarınızın hızlanacağına dair bahse girerim. Düşünün hayatımda yılbaşı milli piyango bileti almamış ben, bahse giriyorum. Hemen çıkıp, Tony Jaa'dan bahsetmek istiyorum. Gerçekten uluslararası standartta bir aktör. Düşünün ki filmin afişinde en önde o var, imdb'ye göre başrol ama filmde konuk oyuncu zannedersiniz. Geçenlerde bizim oyuncularımızdan birine şaka yapılmıştı, fragmanda çok az yer verilmiş diye. Ben oynamıyorum diye çekip gitmişti. Adam dünya starı, ego sıfır. Bu filmde dövüş sahnelerinde olduğu kadar dram sahnelerinde de ne kadar iyi bir oyunculuk çıkardığına şahitlik ediyoruz. Hem de yeminli.
Müfettiş Chan'in yiğeni rolünde karşımıza çıkan gizli polis Chan Chi-Kit'in (Jing Wu) sahneleri çok daha fazla. Ağırlık ona verilmiş. İyi de yapılmış aslında. Mükemmel bir oyunculuk ortaya koymuş ama tabii almasını bilene. Özellikle onun lotus tıp merkezine giriş yaptığı doksan üçüncü dakikadan sonrasını, kendisini değil ama önerisini çok sevdiğim şiddetle tavsiye ederim. Dram ve dövüş sahnelerinin bu kadar iyi harmanlandığı film sayısı çok azdır.
Söylenmesi gereken en önemli konulardan biri de, filmin tek düze işlenmemiş olması. Birden fazla girift olay ayrı ayrı ama bağlantılı olarak seyircinin zekasına sunulmuş. Kurguda boşluklar var diye eleştiri yapanlar bir konuda haklılar. Boşluklar var ama filmin kurgusunda değil. Onlara tek tavsiyem ikinci kez ve meditasyon yaptıktan sonra izlemeleri olacaktır.


Tony Jaa'nın çocuğu rolündeki küçük yıldızın da dram sahnelerine renk kattığını söylememiz gerek. Senaristliğini Lai-yin Leung ve Ying Wong'un, yönetmenliğini ise Pou-Soi Cheang'in yaptığı SPL 2: A Time for Consequences'i izlemenizi tavsiye ederim.
Görüşmek üzere.

20 Kasım 2016

POYRAZ KARAYEL EFSANESİ!



Poyraz Karayel dizisi eylül ayı 2014 yılında başladığında, hatta başlangıcını boşverin ilk fragmanı yayınlandığında bu denli fenomen olacağını bilmiyordu. Birincisi; çünkü o bir dizi, bilemez. Ancak senaryosunu kaleme alan Ethem Özışık ve meşhur yönetmen koltuğuna kurulan Çağrı Lostuvalı da bilmiyordu. İnsan bilmeyecekse, bunları bilmesin arkadaş. En güzel cahillik bu olsa gerek. İkincisi; eylül ayında yayınlanmadı. Dizinin ilk yayınlanan fragmanlarındaki EYLÜL'DE yazıları, diğer fragmanlarında YAKINDA olarak değiştirildi. Ta ki ilk bölümünün yayınlandığı ocak ayının yedinci günü 2015 yılına kadar. Gecikmenin nedeni gizemini hala koruyor.




Bir dakika dört saniyelik ilk bölüm fragmanında, Ayşegül (Burçin Terzioğlu) bir mezar taşının üzerine oturmuş Poyraz'a (İlker Kaleli) fena giydiriyor. Ayıptır. Günahtır.  İnancımızda mezar taşının üzerine oturmak var mı? Ben oturmam. Benim bana yetecek kadar günahım var zaten. Allah affetsin, Ayşegül'ün yayıldığı mezar taşı hakkın rahmetine kavuşmuş olan annesine ait. Kadıncağızın hayatı, kızının flörtlerini dinlemekle geçmiş. Anlaşılan ahiret hayatı da öyle geçecek. Poyraz'ın ne serseriliği kalıyor ne de kaba saba işi gücü olmayan adamlığı. Tam aşık olunacak tip. Benden söylemesi, bu kısım gerçek hayattan alınmış. Bizim kızlar böyle. Şikayet ederler şikayet ederler, sonra da gider bunlara aşık olurlar. Ondan sonra da twitter, eski sevgiliye giydirme tweetleriyle dolar taşar.





Poyraz çok sevdiği mesleğini, karısını, oğlunu kaybetmiş dibi görmüş bir adamdır. Gördüğü hoşuna gitmemiş olacak ki, kaybettiklerini (karısı hariç) geri almak için çetin bir mücadeleye girişecektir. Canından çok sevdiği oğlunu, kayınpederi Ünsal'dan almak için çaresizlik içinde düşünürken, eski amiri ya da sizin onu tanıdığınız ismi ile Allah belanı versin Mümtaz (Murat Daltaban) oğlunu almak için  ona bir teklif yapar. Bahri Umman adlı bir mafya babasının yanına girecek ve ona bilgi sağlayacaktır. 



Çaresiz kalan Poyraz, bu teklifi kabul etmek zorunda kalır. Böylece hem oğlunu hem de mesleğini geri kazanma umudu doğar. Poyraz'ın çaresizliğinin yüzde ellisinin (mesleğini kaybetmesi) müsebibi Allah belanı versin Mümtaz'dır. Poyraz'ın mesleğini kaybetmesine neden olan rüşvet iftirasını, Mümtaz kendini kurtarmak için organize etmiştir. Bu arada ileride annesinin mezarına oturacak olan günahkar Ayşegül diye bir kızla tanışmıştır. Poyraz kendi başını belaya sokma konusunda uzman olduğundan, daha çok çabalayarak Ayşegül'ü de her belanın içine katmayı başarır. İkili, ilk andan itibaren birbirlerinden hoşlanmışlardır. 



Eldeki malzemeler; bir adet kadın, bir adet erkek, bir tutam ikisinde de delilik. Aşkın tarifi bu kadar kolaymış bakın. Ne var ki bu iki yaralı, yorgun ve yalnız insan için aşk imkansız gibi görünmektedir. Ama siz gördüğünüze inanmayın. Öyle görünüyor çünkü Ayşegül, Poyraz'ın patronu Bahri Umman'ın kızıdır ve üstelik Poyraz bu gerçeği Ayşegül'den saklamak zorundadır. Ne yapsaydı, seni seviyorum ama babanı kodose mi tıkacam deseydi? Deli dediysek o kadar da değil. Demedi tabii. Gerçi yatsı ezanı yedinci bölüm okununca, Ayşegül her şeyi öğrendi.

Dizinin;

birinci sezonuna damga vuran kelime ''ALBAYIM''
ikinci sezonuna damga vuran kelimeler ''HEPSİ MANYAK BUNLARIN''
üçüncü sezonuna damga vuran kelimeler ''ALLAH BELANI VERSİN MÜMTAZ''

Burada tam da burada; Kanal D'yi tirbüşönle, kalemtraşla, beyzbol sopasıyla ve esefle kınıyorum. Yılların tiyatro, dizi, film oyuncusu Murat Daltaban (Mümtaz), Kanal D'nin web sayfasında dizi oyuncuları kısmında yok. Nasıl yok? Bildiğin yok. Yer mi yok? Hayır var. Diziye daha yeni girmiş olan Fatih Dönmez'in yanında üç oyunculuk boş yer var. Koskoca Kanal D'ye yakıştı mı şimdi bu? İnşallah yakışmamıştır da, değiştirirler. Çok büyük ayıp!


İlk bölümünün yayınlandığı ocak ayının yedinci günü 2015 yılı rating sıralamasında, Total'de on dördüncü, AB'de sekizinci olmuştur. Geçen haftanın rating sıralamasında, Total'de on beşinci, AB'de yedinci olmuştur. Ancak dizimiz yayınlandığı günlerde, sosyal medyada en çok konuşulan birinci konu olarak Trend Topic olmayı başarmaktadır. Bu da rating analizleri ile ilgili tartışmaların neden bitmek bilmediğini bize tekrar hatırlatmaktadır.